9 Aralık 2008 Salı

dokuz aralık

2 yorum:

ürk dedi ki...

bitişin mikroskop altında incelenmesi:

önce incelenecek ayrılıktan enine kesit alınır ve lam üzerine konur. üzerine bir damla su damlatılır, lamel hava kabarcığı kalmayacak şekilde lamın üzerine kapatılır ve saatler 9 aralığa kurulur, zembereklere plastik patlayıcılar döşenir, tüm kurmalı oyuncaklar silahlandırılır ve kardeşlerim atina'yı yakarlar.

herşey bir hücreyle başlar, "karıştım, düğüm oldum. karıştırdın, çözeceksin". kanser cinleri hücrenin mitokondrilerine sızar, hücre orantısız çoğalır ve çoğalır ve çoğalır. tüm bedene yayılır, her dokuz aralıkta merasimsiz gömülür. yağmur altında, öyle bir film vardır. babasının cenazesinden yağmur yağar, küçük çocuk zatürre olur. ölecektir, abisinden televizyon izler. abisi bir arkadaşıyla gider çalar. tarık akan ve zeki alasya'nın filmi, çocuk kimdir bilmiyorum. birde kadir inanır'la fatma girik'in bir filmi var. fatma girik kamburdur, kadir inanır kör. fatma girik kadir inanır'a gözlerini verir. tam hatırlamıyorum ama sonra fatma girik intihar eder, belki kadir inanır'da intihar ediyordur. ben en çok hülya koçyiğit'i severim. kızıl vazo.

başka bir yağmurlu sahnedir, erkek tek başına yürür ve ıslanır. istasyona gider gelir, tam bir yıl önce orada ayrılmışlardır. sonra yine beraber giderler yağmur altında, ıslak banklara otururlar ve yine yere bakarlar. eve dönerler. bir sorun vardır. erkek evden çıkar, sonra geri gelir ve yine ayrılırlar. ama hikaye burada bitmez, tüm hikaye kahramanları ve set ekibi hikayenin devam etmesi için düzenli kan verirler, kurban keserler ve kabuslara yuva olurlar.

9 aralık... bitişlere duyduğumuz hayranlık, herşeyin sınırları ve tren yolunun hala oradan geçtiğini varsayıyorum, çakılları izlereyek gitsem hala ona ulaşabilirim diye düşünüyorum. bitmiş olanların ardından bakıyorum bitemeden. şimdi türk sinema endüstrisi öyle fimler yapamıyor, herkes edilen küfürlere gülüyor zaten herkes küfrediyorken. içinden küfretmek neye yarıyorsa? ses tonu bile değişmiş geliyor sana, dünya dönmüş ve ilerlemiştir. zaman aralıkları daralır, nefes alıp verirken kangren olup kesilir uzuvların, burun kılların beyazlar vücudundaki tüm kıllar döküldüğünde... biri bıçağını sallar boşluğa, kimi hapşırır ağzını kapamadan. kimi çömelir ıssıza; bayram fıstık mıstık derken bozulmuş içini döker karanlığa. annem kötü rüyalarını akan suya anlat der, ben hepsini biriktiririm, hepsini bir kerede akan kanıma anlatacağımdır. akıp gitsin. so it goes on.

şimdi zorluyorum insanları hala canlı olduğuma ikna olmaları için, bakın buradayım diyorum, bakın zıplıyorum, bakın bakın el sallıyorum. bakın nefes alıyorum, buğulanıyor ekran, adınızı yazıyorum hala kıpırdayabilen parmaklarımla...

bakın... bakın.

yol çizgileri kadar ömrüm var benim... hep gri üstüne beyaz, yer yer tekerlek izleriyle kararmış. ben böyle metaforun...

ürk dedi ki...

düzeltme: o filmde zeki alasya değil, halit akçatepe oynuyor.

birde mavi boncuk var, bir sürü ünlü oyuncu vardır, bunlar emel sayın'ı kaçırırlar. sonra herkesin mutlu olduğu bir dönem gelir, sonra bu dönem biter. emel sayın'ı geri götürmüşlerdir. evde herkes üzgündür, kimi onun gitmeden önce yıkadığı çamaşırlara bakar, kimi kremle adını yazar yere, tarık akan vardır yine, tarık akan'ı severim. önceki sahnelerde tarık akan kirli bir aynayı siler, temiz ayna emel sayın'ın gülümseyen yüzünü yansıtır. sonraki sahnede, emel sayın'ın olmadığı kötü zamanlarda, tarık akan aynaya bakıp ağlar. bende ağlarım. zeki alasya ve metin akpınar'ın sulanmış gözleri her zaman etkilidir.