nesnelere şiddet uygulamak, bir kenara koyduğun bilincinle bilinçsizce tepkisiz kalmalarına, kalakalmalarına aldırmadan saldırmak, vurmak, zarar vermek... atomlarına dek. sonra birbirine sürtünen metallerin arasından, o notalar sıyrılır, sahneye sokulurlar, pek güzel bir sahne değildir. sıradandır, 30 ekimler gibi... sol invictus... the blade... kadınların gitme eğilimleri vardır, hayır yalnız erkekler dayanamazlar eğimlere, sorun bu değil, bunu tartışmak ta oldukça sıradan... bu bizi alçaltır, bu bizi güldürür, herkes gidebilir çünkü. gitmek sorun değil, gitmek, gitmeliyiz zaten... sorun kalma biçimleri, şekilleri, nedenleri... ben bu durumdan kurtulduğumda anlatacak neyim kalacak acaba? 9 aralığı beklediğimizi söylesem, herşeyin bitişbaşlangıcı olan o tarih, tüm kalakalmaların mantar gibi tenimizde görülmeye başlandığı. susmak için ilaç talep ediyorum, en fazla uyutanlardan ve en rüyasız uykular için. annem rahatlatıcı çaylardan bahsetmişti, şimdiki çay dedikleri gibi... sinir yapıyor. açıkçası gülmeliyiz tüm 30 ekimlere, tüm tarihlere, çabucak geçirelim diye birer isim yada seri no verdiğimiz o zaman birimleri, akıp giden herşeyi izlemeye dair tutkumuz. ve sıkılmak sonunda herşeyden, birileri yine kendini vurur nasılsa, birileri metalin keskinliğini hissetmeyi seviyorlardır. kesikten çıkan ilk birkaç damla kanın tadını belki, yada midedeki o kasılmayı. neden olmasın, kim nasıl engelleyebilir bizi sonumuzu getireceğini iddia edenlerin peşinden koşmaktan... bakın hiç sağlıklı olmamış olması gerekiyor, yada biz geçmişimizde görmek istediklerimizi görüyoruz ve bu da oldukça sıradan. yaşama hakkım yokmuş gibi, yada yok zaten sıradanlıkların. kendini nasıl kandırabildiğin. yöntemler, yanılsamalar, kelimeler ve kaltaklar. üzgünüm. geçimsiz ve geçirimsiz boyalarla boyamak son iki yılın tüm takvimlerini. siyaha boyayıp bodruma atmak, sonra yaşlanmamızı izlemek. en derin kırışığa hakettiği değeri vererek ve ego ışığında değerimizin bilinmediğini düşünerek. iyice iterek kendimizi, herşeyin içine, biraz daha içine, uyuyana dek. 30 ekim bu yüzden önemsiz işte, 31 ekim, 14 temmuz, tüm temmuzlar, böyle sıcak bir havada doğmak, bu kadar bunaltarak... bizim suçumuz değildi. şuan kendimi durdurursam bir daha asla başlayamam yeniden... elektrik titreşir yeniden nasılda... yeniden... yeniden...
1 yorum:
nesnelere şiddet uygulamak, bir kenara koyduğun bilincinle bilinçsizce tepkisiz kalmalarına, kalakalmalarına aldırmadan saldırmak, vurmak, zarar vermek... atomlarına dek. sonra birbirine sürtünen metallerin arasından, o notalar sıyrılır, sahneye sokulurlar, pek güzel bir sahne değildir. sıradandır, 30 ekimler gibi... sol invictus... the blade... kadınların gitme eğilimleri vardır, hayır yalnız erkekler dayanamazlar eğimlere, sorun bu değil, bunu tartışmak ta oldukça sıradan... bu bizi alçaltır, bu bizi güldürür, herkes gidebilir çünkü. gitmek sorun değil, gitmek, gitmeliyiz zaten... sorun kalma biçimleri, şekilleri, nedenleri... ben bu durumdan kurtulduğumda anlatacak neyim kalacak acaba? 9 aralığı beklediğimizi söylesem, herşeyin bitişbaşlangıcı olan o tarih, tüm kalakalmaların mantar gibi tenimizde görülmeye başlandığı. susmak için ilaç talep ediyorum, en fazla uyutanlardan ve en rüyasız uykular için. annem rahatlatıcı çaylardan bahsetmişti, şimdiki çay dedikleri gibi... sinir yapıyor. açıkçası gülmeliyiz tüm 30 ekimlere, tüm tarihlere, çabucak geçirelim diye birer isim yada seri no verdiğimiz o zaman birimleri, akıp giden herşeyi izlemeye dair tutkumuz. ve sıkılmak sonunda herşeyden, birileri yine kendini vurur nasılsa, birileri metalin keskinliğini hissetmeyi seviyorlardır. kesikten çıkan ilk birkaç damla kanın tadını belki, yada midedeki o kasılmayı. neden olmasın, kim nasıl engelleyebilir bizi sonumuzu getireceğini iddia edenlerin peşinden koşmaktan... bakın hiç sağlıklı olmamış olması gerekiyor, yada biz geçmişimizde görmek istediklerimizi görüyoruz ve bu da oldukça sıradan. yaşama hakkım yokmuş gibi, yada yok zaten sıradanlıkların. kendini nasıl kandırabildiğin. yöntemler, yanılsamalar, kelimeler ve kaltaklar. üzgünüm. geçimsiz ve geçirimsiz boyalarla boyamak son iki yılın tüm takvimlerini. siyaha boyayıp bodruma atmak, sonra yaşlanmamızı izlemek. en derin kırışığa hakettiği değeri vererek ve ego ışığında değerimizin bilinmediğini düşünerek. iyice iterek kendimizi, herşeyin içine, biraz daha içine, uyuyana dek. 30 ekim bu yüzden önemsiz işte, 31 ekim, 14 temmuz, tüm temmuzlar, böyle sıcak bir havada doğmak, bu kadar bunaltarak... bizim suçumuz değildi. şuan kendimi durdurursam bir daha asla başlayamam yeniden... elektrik titreşir yeniden nasılda... yeniden... yeniden...
Yorum Gönder