bu başlıkta bir resme ve tüm koyu renklere, kafa parçalanacak duvarlara ve kırılabilen herşeye yorum yapmak, yapılarından kaynaklansa gerek duvarların sessiz kalması, durduk yere acıların tahtsız prensi baha'laşmak, bu çok boyutlu ve karmaşık yerde, yine bir ucu aynı olaya çıkan herşeyi aynı renk fırçayla sevmek... bunlar ona göre değil, bu benim geride bırakmak istediğim yanımla ilgili. o yerde acıdan kıvranır ve -her kimse onlar- doğal düşmanlarımı oyalarken ben suda yürüyebilecek hafifliğe erişmeliyim. özkütleme diyecek yok bugünlerde, küçük bir hacme maddeleşmiş hisleri doldurmaya çalışıyorum ve yatağımı sızlatıyor kütlem. tamam... tamam... tüm kalakalmaları kaslarımıza dolayıp, koşturuyoruz kendimizi bu betonarmenin kuru ayazında. siyahtan başka renkler aracılığıyla kaçmaya çalışanlar vardır, yanlış, herhangi bir renk onun soğuruculuğundan kaçamaz, kaçmamalı. insan, ben, durduk yere böyle bir yanılsamaya sığınamam, sığınmamalı. en iyisi onun kendi kendini soğurmasını beklemek, sonra beyaz ışığa kalır o boşluk, ve ben, herhangi bir prizma olarak ışığın yolunu keserim ve yedi renkten birine tutunup giderim. zamana umut bağlamak, tüm kalakalmaların ortasında, onları kızdıran çok ağır bir küfür gibi. özellikle herkes uyumak için odasına çekildiğinde ve ben uykumu karesi ekspresine şartlamışken. lanet tren bir kere bile zamanında gelmedi, 06:03 bu onun sesi olmalı, evet, gerçekten. keşke bu kadar yalan yada zorlama gibi durmasa söylediğimiz, bu hakikaten bu güzel takvim yaprağını kirletmeye dönüştü. as you said... gittikçe zorlaşıyor. ne? biz ona bir isim bulamadık, isim bulmak o şeye zincir bağlamak gibi, hayatın boyunca peşinden gelir durur sonra.
küfürler bu yüzden güzeldir, bunca kirliliği birkaç kelimeye sığdırırsın. dürüsttür ve bundan daha iyi anlatır ne halde olduğumuzu.
kirlilik olduğunu düşünüyorsanız... boşverin gitsin. yada ben kalakalma'ları tekrar edip duracağım. tekrar ediyorum: herşey eylemsizlikten...
1 yorum:
bu başlıkta bir resme ve tüm koyu renklere, kafa parçalanacak duvarlara ve kırılabilen herşeye yorum yapmak, yapılarından kaynaklansa gerek duvarların sessiz kalması, durduk yere acıların tahtsız prensi baha'laşmak, bu çok boyutlu ve karmaşık yerde, yine bir ucu aynı olaya çıkan herşeyi aynı renk fırçayla sevmek... bunlar ona göre değil, bu benim geride bırakmak istediğim yanımla ilgili. o yerde acıdan kıvranır ve -her kimse onlar- doğal düşmanlarımı oyalarken ben suda yürüyebilecek hafifliğe erişmeliyim. özkütleme diyecek yok bugünlerde, küçük bir hacme maddeleşmiş hisleri doldurmaya çalışıyorum ve yatağımı sızlatıyor kütlem. tamam... tamam... tüm kalakalmaları kaslarımıza dolayıp, koşturuyoruz kendimizi bu betonarmenin kuru ayazında. siyahtan başka renkler aracılığıyla kaçmaya çalışanlar vardır, yanlış, herhangi bir renk onun soğuruculuğundan kaçamaz, kaçmamalı. insan, ben, durduk yere böyle bir yanılsamaya sığınamam, sığınmamalı. en iyisi onun kendi kendini soğurmasını beklemek, sonra beyaz ışığa kalır o boşluk, ve ben, herhangi bir prizma olarak ışığın yolunu keserim ve yedi renkten birine tutunup giderim. zamana umut bağlamak, tüm kalakalmaların ortasında, onları kızdıran çok ağır bir küfür gibi. özellikle herkes uyumak için odasına çekildiğinde ve ben uykumu karesi ekspresine şartlamışken. lanet tren bir kere bile zamanında gelmedi, 06:03 bu onun sesi olmalı, evet, gerçekten. keşke bu kadar yalan yada zorlama gibi durmasa söylediğimiz, bu hakikaten bu güzel takvim yaprağını kirletmeye dönüştü. as you said... gittikçe zorlaşıyor. ne? biz ona bir isim bulamadık, isim bulmak o şeye zincir bağlamak gibi, hayatın boyunca peşinden gelir durur sonra.
küfürler bu yüzden güzeldir, bunca kirliliği birkaç kelimeye sığdırırsın. dürüsttür ve bundan daha iyi anlatır ne halde olduğumuzu.
kirlilik olduğunu düşünüyorsanız... boşverin gitsin. yada ben kalakalma'ları tekrar edip duracağım. tekrar ediyorum: herşey eylemsizlikten...
Yorum Gönder