bir görüntü: çıplak bir tepenin zirvesine dikilmiş siyah tahtadan bir çarmıh ve hemen dibine bırakılmış aynı ağaçtan bir tabure. çarmıhın kollarında, bileğe çakılmış çivilerden birine en bir urgan dolanmış, ucunda ilmik... bozkır rüzgarıyla savrulup durmakta...
isa'ya hiç acımadım, inançları yüzünden zarar görmüş kimseye acımadım. yüzüme tutulmuş her aynaya bakarak inançlarımı tıraş ettim... bunu daha önce söylemiştim, bir kilise korosunda isa'nın ölümüne ağıt yakarken, yada bir mevlütte, tüm ağıt cümlelerin içinde.
karşıdan yaklaşan arabanın farları engebeli kaldırım zemininde bazı gölgeler yaratır, o gölgelere gizleniyor olmalıdır. oradan, kaldırımın kenarından gelip geçen arabaların yağ damlattıkları o asfalta düşersin. yassı bir izmaritin üzerine uzanırsın, kokusuna dayanamayıp kalkar gidersin. logardan aşağı, kendi içlerine doğru düşersin, kendi içinde yuvarlanırsın ve bu asla bağırarak uyanacağın bir rüya değildir. sonunda, en aşağıda yerçekim çeker ellerini üzerinden, uçabileceğin bir gökyüzü bulamadan mağara tavanına sürtünür durur kafa derin. damlayan kanların dikitler oluşturur ileride, insan orayı keşfettiğinde lanet projektörlerle aydınlatırlar dikitini. bir isim de bulunur, tabela dikilir girişe: kanlı dikit mağarası - kesik ve deliklere iyi gelir. yığınla yaralı sıraya girer savaş sonrasında; hala kılıçla savaşıyordur insanlık. belki.
kıssasa kıssa'sa göre dilin ve sağ elin kesilir ve haftada bir uzmanın biri omuriliğinde biriken pis suyu alır dualarla, akan suya boşaltır: yine dualarla. nereyesiz nedensiz.
görünenlerin ve anlattıklarımın hiçbiri değil, henüz söze dökmediğim ve dökemeyeceğim birşey, her çam ağacının yanından geçerken elimi tutan birşey, bir istek, batıya bakıp kalakaldığımızda. çamla kaplı zirvelere, o kayalık araziye: öğle vakitlerinde, gölgemiz dibimizde uykuya dalmışken. inanın bu söze dökülmüş hali değil.
bir şiir vardır, isim vermekten hoşlanmam ama ahmet hamdi'nin. kendi yaşamımın sonuna, bir post-it'e yazıp iliştirmek istediğim. isterim ki, beni o şiirle gömsünler, beni onunla sınasınlar, beni o şiirin bir parçası yapsınlar. sonra köpekler işesin üzerimdeki yığına, isterim ki eşeleyip kemiklerimi bulsunlar, isterim ki dolaştırsınlar ağızlarında nesiller boyunca, isterim ki bıraksınlar bir çam korusuna. neler diyorum ben.
eğer olmalıysa nereyesiz nedensiz olmalı, bir neden bulmak için fazlasıyla kutsal ve kişisel. nedenleri ayıklamak için sürünür durur yeryüzünde, yüzüne tutulan aynada etini ayıklar cımbızla, iskeleti bronzlaşır mart ayazında. so it goes on.
eğer olmalıysa olmalı ama, diğer hepsi gibi söze karışıp atmosferin o bilinmez katmanlarında yığınların arasına düşmemeli. tüm insanların sayısı kadar aynısı ve benzerleri vardır çünkü, bilimsel kılıf bile uydurulmuştur buna. neden bahsettiğimi bilmiyorum artık.
keşke sözlerden ibaret olduğunu bilse, keşke bu dünyadaki yüzünün fazlasıyla dünyevi olduğunu bilse, diğerleri kadar tiksindirdiğini.
dresden hala bilinmez, halbuki insanlık kendini oraya kapatıp bombalamıştır günlerce, nereyesiz nedensiz. ve tabiki sağ çıkamadı oradan. hala insanlığa dair umut besleyenler var mıdır? yüzünü çevirsin oraya, dresden'e, nefessiz kalsın, yansın ve kül olsun kendi tutuşturduğu ateşle: insanlık hiç bu kadar ihtişamlı olmadı...
2 yorum:
bir görüntü: çıplak bir tepenin zirvesine dikilmiş siyah tahtadan bir çarmıh ve hemen dibine bırakılmış aynı ağaçtan bir tabure. çarmıhın kollarında, bileğe çakılmış çivilerden birine en bir urgan dolanmış, ucunda ilmik... bozkır rüzgarıyla savrulup durmakta...
isa'ya hiç acımadım, inançları yüzünden zarar görmüş kimseye acımadım. yüzüme tutulmuş her aynaya bakarak inançlarımı tıraş ettim... bunu daha önce söylemiştim, bir kilise korosunda isa'nın ölümüne ağıt yakarken, yada bir mevlütte, tüm ağıt cümlelerin içinde.
karşıdan yaklaşan arabanın farları engebeli kaldırım zemininde bazı gölgeler yaratır, o gölgelere gizleniyor olmalıdır. oradan, kaldırımın kenarından gelip geçen arabaların yağ damlattıkları o asfalta düşersin. yassı bir izmaritin üzerine uzanırsın, kokusuna dayanamayıp kalkar gidersin. logardan aşağı, kendi içlerine doğru düşersin, kendi içinde yuvarlanırsın ve bu asla bağırarak uyanacağın bir rüya değildir. sonunda, en aşağıda yerçekim çeker ellerini üzerinden, uçabileceğin bir gökyüzü bulamadan mağara tavanına sürtünür durur kafa derin. damlayan kanların dikitler oluşturur ileride, insan orayı keşfettiğinde lanet projektörlerle aydınlatırlar dikitini. bir isim de bulunur, tabela dikilir girişe: kanlı dikit mağarası - kesik ve deliklere iyi gelir. yığınla yaralı sıraya girer savaş sonrasında; hala kılıçla savaşıyordur insanlık. belki.
kıssasa kıssa'sa göre dilin ve sağ elin kesilir ve haftada bir uzmanın biri omuriliğinde biriken pis suyu alır dualarla, akan suya boşaltır: yine dualarla. nereyesiz nedensiz.
görünenlerin ve anlattıklarımın hiçbiri değil, henüz söze dökmediğim ve dökemeyeceğim birşey, her çam ağacının yanından geçerken elimi tutan birşey, bir istek, batıya bakıp kalakaldığımızda. çamla kaplı zirvelere, o kayalık araziye: öğle vakitlerinde, gölgemiz dibimizde uykuya dalmışken. inanın bu söze dökülmüş hali değil.
bir şiir vardır, isim vermekten hoşlanmam ama ahmet hamdi'nin. kendi yaşamımın sonuna, bir post-it'e yazıp iliştirmek istediğim. isterim ki, beni o şiirle gömsünler, beni onunla sınasınlar, beni o şiirin bir parçası yapsınlar. sonra köpekler işesin üzerimdeki yığına, isterim ki eşeleyip kemiklerimi bulsunlar, isterim ki dolaştırsınlar ağızlarında nesiller boyunca, isterim ki bıraksınlar bir çam korusuna. neler diyorum ben.
eğer olmalıysa nereyesiz nedensiz olmalı, bir neden bulmak için fazlasıyla kutsal ve kişisel. nedenleri ayıklamak için sürünür durur yeryüzünde, yüzüne tutulan aynada etini ayıklar cımbızla, iskeleti bronzlaşır mart ayazında. so it goes on.
eğer olmalıysa olmalı ama, diğer hepsi gibi söze karışıp atmosferin o bilinmez katmanlarında yığınların arasına düşmemeli. tüm insanların sayısı kadar aynısı ve benzerleri vardır çünkü, bilimsel kılıf bile uydurulmuştur buna. neden bahsettiğimi bilmiyorum artık.
keşke sözlerden ibaret olduğunu bilse, keşke bu dünyadaki yüzünün fazlasıyla dünyevi olduğunu bilse, diğerleri kadar tiksindirdiğini.
dresden hala bilinmez, halbuki insanlık kendini oraya kapatıp bombalamıştır günlerce, nereyesiz nedensiz. ve tabiki sağ çıkamadı oradan. hala insanlığa dair umut besleyenler var mıdır? yüzünü çevirsin oraya, dresden'e, nefessiz kalsın, yansın ve kül olsun kendi tutuşturduğu ateşle: insanlık hiç bu kadar ihtişamlı olmadı...
"wer das weinen verlernt hat, der lernt es wieder beim untergang dresdens."
Yorum Gönder