onu, bunu, şunu, hangi işaret zamiriyle göstereceğimi bilmediğim, işte karşımda dikilip duran şeyi, bir his olsa gerek, kavşak gerginliği, gözlerimiz güneşe henüz alışmamışken ve kulaklarımız çok az duyuyorken, her neyse, terliyorken bozkır ayazından, mart karası derler, insanın zenci olası gelir. her neyse, işte karşımda dikilen şeyi elimdeki geçiştirilmesi gerekenler listesine ekledim, tüm otomatlarda sorun yaşadım, tonla küfür ettim yol boyu, kütahyalılar hala öğrenemedi yalnız sinyal lambalarıyla gösterdiklerinde anlayabileceğimizi dönecekleri yolu, karşılıklı küfürleştik, artık hemşeriniz sayılırım dedim, beş yıldır incik suyundan içiyorum. toparlayamıyorum üzgünüm, gözlerim düşecekmiş gibi, çıplak şölende, sanırım çavdar mahmuzundan olsa gerek, ayakları kopuyordu kangrenden... insanların... istiklal caddesi dedi biri, insan, ayak, çamur, kalabalık, tiksinti. cümlelerin sonuna koyabileceğimiz eylemlerden, fiilerden yada bu görevi gören tüm sözcüklerden uzaktayım, tam terside olabilirdi, özneyi unuturdum geri döndüğü kadının kollarında, nesneler... birbirlerine göre konumlanmakla çok meşguller, açmak istemeyeceğimiz kapılar çalınır tam uykuya daldığımızı düşündüğümüzde, dün ilk kez bir kabustan onun adını bağırarak uyandım, o yanımdayken, koku üretmeye devam ediyorken, bu bizi ona bağlıyorken ve yemin ediyoruz herşey bu kadar madde dünyasına ait değilken... ve hiç emin değiliz, maskelerin zamanı değil şimdi, biraz uyusam, takınılacak sert, en azından kararlı yada kişilik taşıyan ifadeler için güç toplayabileceğim. ballad of a sleepless man. aleksi diye bir adam var, sanki daha önce bahsettim gibi, bir kadının yalnız uyumasının günah olduğunu (tüm erkek alemine yazılan bir günah olabilir, tümevardırmaya meyilliyim) söylüyor, dünyanın tüm erkekleri küstahlıkları yada zavallılıkları yüzünden, dünyanın tüm kadınları gibi yalnız yatıyorlar. bu karşıtların sorunu değildir, bu onların dansıdır. müstehcen sahneler var gözümüzde, darağacıyla ilgili. uykumuz bir yerlerde hapis ve yardımımıza ihtiyacı var. tam tersi de olabilirdi. kimyasallara direniyoruz ve gelip bizi bulacağını biliyoruz sandman'in. birilerini kızdırmış olmam gerekir, ben, ben, bildiğim kadarıyla ben, babasından aldığı gamsızlığı, umursamazlığı ve aymazlığı gururla taşıyan ben... sinir... damar... migren... saç derisi... beyin zarı... kafatası... neskafe ambalajları, tüm siyah poşetler, artık stereo olmayan tüm ses sistemleri. bozulan simetri ve geometrik birleşmeler. alimunyum folyonun tüm kırışıklıkları, 7 yıl uykusuz kalsam, tonla h tüketsem bir burroughs çıkmaz benden, bir isim istemem zaten. tam tersi de olabilirdi, herhangi birşey olmazdı, o kokuyu algılayan başka birileri olabilirdi, tüm ihtimaller için elimizi açıyoruz, saatlerce bekliyoruz ve ne? ne olmalı? kimden? koku, tek kelime... kılıç kalkan oynadığım yüzlercesinden biri, sorun dağarcığım biraz kısıtlı ve kelimedışıherşeyiçin fazlasıyla tek boyutluyum. bir nokta yetecektir, altı saatlik bir nokta, doğal bir nokta, susturmak için, kararlılık için, biraz karanlık ve biraz aydınlık ve gri giyim kuşam için, tüm bu kodlar, yeşil renk, takip edilecek gagalı memeliler, koşucu fareler, soğumuş çaydaki migren tehdidi, yeşil alarmlar, parçasız bütünlük, yabancı düşmanlığı ve bir kez daha giderse, o K anıtı yıkılır, kofullarımız su yitirir, tüm antenlerimiz aynı görüntüyü iletir ekranlara, gri ışıkta göz kırparız. bitiremiyorum, üzgünüm, ben tüm bedensel ihtiyaçlarına sıkı sıkıya bağlıyım, doğal yaşantıma, tüm canlılarla ortak olan özelliklerimize... lanet olsun...
1 yorum:
onu, bunu, şunu, hangi işaret zamiriyle göstereceğimi bilmediğim, işte karşımda dikilip duran şeyi, bir his olsa gerek, kavşak gerginliği, gözlerimiz güneşe henüz alışmamışken ve kulaklarımız çok az duyuyorken, her neyse, terliyorken bozkır ayazından, mart karası derler, insanın zenci olası gelir. her neyse, işte karşımda dikilen şeyi elimdeki geçiştirilmesi gerekenler listesine ekledim, tüm otomatlarda sorun yaşadım, tonla küfür ettim yol boyu, kütahyalılar hala öğrenemedi yalnız sinyal lambalarıyla gösterdiklerinde anlayabileceğimizi dönecekleri yolu, karşılıklı küfürleştik, artık hemşeriniz sayılırım dedim, beş yıldır incik suyundan içiyorum. toparlayamıyorum üzgünüm, gözlerim düşecekmiş gibi, çıplak şölende, sanırım çavdar mahmuzundan olsa gerek, ayakları kopuyordu kangrenden... insanların... istiklal caddesi dedi biri, insan, ayak, çamur, kalabalık, tiksinti. cümlelerin sonuna koyabileceğimiz eylemlerden, fiilerden yada bu görevi gören tüm sözcüklerden uzaktayım, tam terside olabilirdi, özneyi unuturdum geri döndüğü kadının kollarında, nesneler... birbirlerine göre konumlanmakla çok meşguller, açmak istemeyeceğimiz kapılar çalınır tam uykuya daldığımızı düşündüğümüzde, dün ilk kez bir kabustan onun adını bağırarak uyandım, o yanımdayken, koku üretmeye devam ediyorken, bu bizi ona bağlıyorken ve yemin ediyoruz herşey bu kadar madde dünyasına ait değilken... ve hiç emin değiliz, maskelerin zamanı değil şimdi, biraz uyusam, takınılacak sert, en azından kararlı yada kişilik taşıyan ifadeler için güç toplayabileceğim. ballad of a sleepless man. aleksi diye bir adam var, sanki daha önce bahsettim gibi, bir kadının yalnız uyumasının günah olduğunu (tüm erkek alemine yazılan bir günah olabilir, tümevardırmaya meyilliyim) söylüyor, dünyanın tüm erkekleri küstahlıkları yada zavallılıkları yüzünden, dünyanın tüm kadınları gibi yalnız yatıyorlar. bu karşıtların sorunu değildir, bu onların dansıdır. müstehcen sahneler var gözümüzde, darağacıyla ilgili. uykumuz bir yerlerde hapis ve yardımımıza ihtiyacı var. tam tersi de olabilirdi. kimyasallara direniyoruz ve gelip bizi bulacağını biliyoruz sandman'in. birilerini kızdırmış olmam gerekir, ben, ben, bildiğim kadarıyla ben, babasından aldığı gamsızlığı, umursamazlığı ve aymazlığı gururla taşıyan ben... sinir... damar... migren... saç derisi... beyin zarı... kafatası... neskafe ambalajları, tüm siyah poşetler, artık stereo olmayan tüm ses sistemleri. bozulan simetri ve geometrik birleşmeler. alimunyum folyonun tüm kırışıklıkları, 7 yıl uykusuz kalsam, tonla h tüketsem bir burroughs çıkmaz benden, bir isim istemem zaten. tam tersi de olabilirdi, herhangi birşey olmazdı, o kokuyu algılayan başka birileri olabilirdi, tüm ihtimaller için elimizi açıyoruz, saatlerce bekliyoruz ve ne? ne olmalı? kimden? koku, tek kelime... kılıç kalkan oynadığım yüzlercesinden biri, sorun dağarcığım biraz kısıtlı ve kelimedışıherşeyiçin fazlasıyla tek boyutluyum. bir nokta yetecektir, altı saatlik bir nokta, doğal bir nokta, susturmak için, kararlılık için, biraz karanlık ve biraz aydınlık ve gri giyim kuşam için, tüm bu kodlar, yeşil renk, takip edilecek gagalı memeliler, koşucu fareler, soğumuş çaydaki migren tehdidi, yeşil alarmlar, parçasız bütünlük, yabancı düşmanlığı ve bir kez daha giderse, o K anıtı yıkılır, kofullarımız su yitirir, tüm antenlerimiz aynı görüntüyü iletir ekranlara, gri ışıkta göz kırparız. bitiremiyorum, üzgünüm, ben tüm bedensel ihtiyaçlarına sıkı sıkıya bağlıyım, doğal yaşantıma, tüm canlılarla ortak olan özelliklerimize... lanet olsun...
Yorum Gönder