8'e tutturulmuş bu çengelli iğneli zincirler, kabuslarımız parkelerin gıcırdaması olarak seslenirler bize, ne zaman cevap verecek olsak buzdolabı çalışmaya başlar. biri ancak onun kapağını açtığında yanar kalp içi ışığımız ve tüm elektrik dağarcığı herhangi bir savaşta lojistik destek ve caydırıcı öğe olarak kullanılmaz. o halde?
yeşille bir sorunu olan baltasını bilemelidir, eğer gerçekten bir sorunu varsa klorofillere sataşabilir, yada her neyse, ama bakın tüm anıtlara tepeden bakan o K harfi asitli bir gölge salgılar beton gözeneklerinden, K harfi buradaki tüm saçmalıkları açıklar ve onları gölgeli kucağında saklar. biz olsak olsak K'yı sırtlanmış bir tür atlasız, kamburuz, doğrulamıyoruz ve birilerinin halı yıkadığı suya çekilen çocuk barajları kadar unutulmaya mahkumuz akşam ezanı okunduktan sonra. çünkü oyunlar biter, oyuncaklar unutulur, bir çocuğa, hatta bir bebeğe aşıksanız buna yazgılısınız. her doğan bebeğe "öleceksin" yazan bir post-it bırakmalı birileri, herkesin etiği, öte dünyası, öte berisi kendine, her pis işi ben üstlenemem, yeşille bir derdin mi var bir soru cümlesi değildir, K bir sorudur, alfabenin tüm harflerini peşine takar, hepsine para verip bu soruyu sordurur... parkeler gıcırdamaya, yastık sarsılmaya başlar. bu soruyu ne uykuda, ne de uyanık taşıyabilecek gücümüz yok, bu soru kendini bile taşıyamaz, başkasının kulağına gitmeden dökülüverir halıya titreşimleri, umarım buradaki demir yoluna elektrik hattı döşemezler, ömrüm boyunca dizel lokomotifler geçer. bağırışları parke gıcırdamalarını bastırır ve uykuya dalabiliriz...
bu lanet ihtiyarlar beni aralarına almamakta diretiyorlar, ben, en az onlar kadar, herşeye bir kulp takıp özlerini kafama dikebileceğim kadar tanıdığımı iddia ediyorum maddi dünyayı, onlar ise beni dinlemiyorlar bile, kendi aralarında sohbete dalmışlar, dün havanın bugünden daha sıcak olup olmadığını tartışıyorlar. ardından inek başlı bir adam geliyor, aferin huanna.
buna, bu çalışmaya, şiir evet, üzgünüm ama çengelli iğnelerle tutturuldum yada post it kanatlarla uçarken K'nın üstüne konuverdim. bilmiyorum ama söyleyecek somut hiçbir şey yokken sanki söyleyeceklerim henüz bitmemiş gibi, yeşille bir derdim yok, yoksa onlara, tüm çamlara, öğle vakitlerinde altlarına uzandığım tüm iğne yapraklılara diğer ağaçlarla beraber yapraklarını dökmelerini söylerdim. kış gerçekten çıplak birşey olurdu ve betonla sevişebilirdik uzun ve kömür kokulu gecelerde. ama hayır, insan kendini insanla kısıtlayan insanlara insan diye seslenmek istiyor, birkaç insandan ibaret bir kutunun içinde yaşıyoruz ve duvarları oluşturan herkes tüm pisliğini içeri, yaşadığım yere boşaltmakta bir sakınca görmüyor. 8 budur, 8 biz onu hissettiğimizden beri bize uğursuzluktan başka birşey getirmemiştir, bu bir oyun olsa takım arkadaşlarımın hepsi 8 numaralı formayı giyerlerdi, ben hep kendi kaleme gol atardım ve çok alakasız ama rachmaninoff'un parmaklarıyla döverlerdi beni.
K'yı budamalı bana kalırsa, olduğu haliyle oldukça ağır dikildiği yere, bakın, biz onu topraktan çıkardık ve tüm köklerini içimize salmasına, bizden beslenmesine, bizi tüketmesine göz yumduk. o üreme biçiminin ismini unuttum, ama, bu kez temizlendim derken derimin altında kalan bir parçadan yeniden üretti kendini. üretim ve üremeyle filolojik cephede savaşacak değilim, hiç böyle birşeye kalkışamam ama olan ve olacak şeylerin, olmuş olanların organikliğini yada doğallığını sınamam gerekir. anlamam gerekli, yoksa yeşille bir derdim yok ama sanki tüm bu ağaçlar, anıtın gölgesinde kalanlar, birileri tarafından boyanmış gibi yada tüm klorofilleri fırça zoruyla yeşilin yapay bir tonuna zorlanmış. bu üç misli dağıtır kafamızdaki tüm dağınıklığı... the times they are a-changin'...
2 yorum:
8'e tutturulmuş bu çengelli iğneli zincirler, kabuslarımız parkelerin gıcırdaması olarak seslenirler bize, ne zaman cevap verecek olsak buzdolabı çalışmaya başlar. biri ancak onun kapağını açtığında yanar kalp içi ışığımız ve tüm elektrik dağarcığı herhangi bir savaşta lojistik destek ve caydırıcı öğe olarak kullanılmaz. o halde?
yeşille bir sorunu olan baltasını bilemelidir, eğer gerçekten bir sorunu varsa klorofillere sataşabilir, yada her neyse, ama bakın tüm anıtlara tepeden bakan o K harfi asitli bir gölge salgılar beton gözeneklerinden, K harfi buradaki tüm saçmalıkları açıklar ve onları gölgeli kucağında saklar. biz olsak olsak K'yı sırtlanmış bir tür atlasız, kamburuz, doğrulamıyoruz ve birilerinin halı yıkadığı suya çekilen çocuk barajları kadar unutulmaya mahkumuz akşam ezanı okunduktan sonra. çünkü oyunlar biter, oyuncaklar unutulur, bir çocuğa, hatta bir bebeğe aşıksanız buna yazgılısınız. her doğan bebeğe "öleceksin" yazan bir post-it bırakmalı birileri, herkesin etiği, öte dünyası, öte berisi kendine, her pis işi ben üstlenemem, yeşille bir derdin mi var bir soru cümlesi değildir, K bir sorudur, alfabenin tüm harflerini peşine takar, hepsine para verip bu soruyu sordurur... parkeler gıcırdamaya, yastık sarsılmaya başlar. bu soruyu ne uykuda, ne de uyanık taşıyabilecek gücümüz yok, bu soru kendini bile taşıyamaz, başkasının kulağına gitmeden dökülüverir halıya titreşimleri, umarım buradaki demir yoluna elektrik hattı döşemezler, ömrüm boyunca dizel lokomotifler geçer. bağırışları parke gıcırdamalarını bastırır ve uykuya dalabiliriz...
bu lanet ihtiyarlar beni aralarına almamakta diretiyorlar, ben, en az onlar kadar, herşeye bir kulp takıp özlerini kafama dikebileceğim kadar tanıdığımı iddia ediyorum maddi dünyayı, onlar ise beni dinlemiyorlar bile, kendi aralarında sohbete dalmışlar, dün havanın bugünden daha sıcak olup olmadığını tartışıyorlar. ardından inek başlı bir adam geliyor, aferin huanna.
buna, bu çalışmaya, şiir evet, üzgünüm ama çengelli iğnelerle tutturuldum yada post it kanatlarla uçarken K'nın üstüne konuverdim. bilmiyorum ama söyleyecek somut hiçbir şey yokken sanki söyleyeceklerim henüz bitmemiş gibi, yeşille bir derdim yok, yoksa onlara, tüm çamlara, öğle vakitlerinde altlarına uzandığım tüm iğne yapraklılara diğer ağaçlarla beraber yapraklarını dökmelerini söylerdim. kış gerçekten çıplak birşey olurdu ve betonla sevişebilirdik uzun ve kömür kokulu gecelerde. ama hayır, insan kendini insanla kısıtlayan insanlara insan diye seslenmek istiyor, birkaç insandan ibaret bir kutunun içinde yaşıyoruz ve duvarları oluşturan herkes tüm pisliğini içeri, yaşadığım yere boşaltmakta bir sakınca görmüyor. 8 budur, 8 biz onu hissettiğimizden beri bize uğursuzluktan başka birşey getirmemiştir, bu bir oyun olsa takım arkadaşlarımın hepsi 8 numaralı formayı giyerlerdi, ben hep kendi kaleme gol atardım ve çok alakasız ama rachmaninoff'un parmaklarıyla döverlerdi beni.
K'yı budamalı bana kalırsa, olduğu haliyle oldukça ağır dikildiği yere, bakın, biz onu topraktan çıkardık ve tüm köklerini içimize salmasına, bizden beslenmesine, bizi tüketmesine göz yumduk. o üreme biçiminin ismini unuttum, ama, bu kez temizlendim derken derimin altında kalan bir parçadan yeniden üretti kendini. üretim ve üremeyle filolojik cephede savaşacak değilim, hiç böyle birşeye kalkışamam ama olan ve olacak şeylerin, olmuş olanların organikliğini yada doğallığını sınamam gerekir. anlamam gerekli, yoksa yeşille bir derdim yok ama sanki tüm bu ağaçlar, anıtın gölgesinde kalanlar, birileri tarafından boyanmış gibi yada tüm klorofilleri fırça zoruyla yeşilin yapay bir tonuna zorlanmış. bu üç misli dağıtır kafamızdaki tüm dağınıklığı... the times they are a-changin'...
Yorum Gönder